Piyade Kayığı 1878(17nci Yüzyıl-20nci Yüzyıl
Ottoman Caique (Piyade)
“Ürkütmeden yanlarına yaklaşabilen
martılar kadar hafif ve uçarı”
M.de Blowitz
Kayık adı altında toplanan hafif, zarif
şehir teknelerinin asıl temsilcisi, bu taşıt olsa gerekir. Yani kayık denince,
akla piyadenin gelmesi beklenir. Kayıtlarda Piyade kelimesine en erken
rastlanan tarih 1681 senesidir. Bu tarihte kayıkların ücretlerine dair bir
belgedeki sıralamada kayık isimleri listesinde piyade ismi yazmaktadır. Sadece
Boğaziçi’nde kullanıldığı bilinse de, XVII. asır sonları ile XVIII. Arasında
Fırat nehri üzerinde yapılan taşımacılıkta kullanılan araçlar arasında piyade
ismi de zikredilmektedir. XVIII asırla birlikte rağbet bulan piyadeler son
döneme kadar varlıklarını muhafaza etmişler ancak, sandalların çoğalmaya
başlaması ve tercih olunmasıyla yavaş, yavaş ortadan kalkmışlardır. 1910
tarihli bir nizamnamede “Piyade tabir olunan yük kayıklarının” ibaresi geçmekte
ve artık piyadenin XIX. Asırda zarafet simgesi konumundan yük kayığı konumuna
düştüğü gösterilmektedir. Halk arasında piyade kayıkları, hanımiğnesi veya
yalandili olarak ta anılmakta idi.
Kayık hakkında verilen genel fiziki bilgiler şöyledir. Üç çifte piyade
kayığının uzunluğu, Par Le Vice - Amiral Paris koleksiyonunda bulunan, 1878
yılında çizilen planda boy 14 m, en 1,24 m, derinlik ise 69 cm olarak
verilmiştir. Kayığın arka kısmı geniştir, ön tarafa doğru gittikçe daralır ve
keskin bir demir uçla son bulur. Kayık içten ve dıştan birbirine tam uyan ve
böylece mükemmel bir düz zemin oluşturan ince akgürgen (kayın) ağacından
kaplanmıştır. Genellikle üç çiftelerin dış kısmı siyaha boyanıp, diğerleri
sadece yağlanıp, verniklenmiştir. İçerisi boyanmamıştır. Vernik sürülmüş
tahtadan bu kayıklar hep açık, koyu sarı veya tahini renkte görünür. Kayığın
arkasında, hem hizmetçilerin oturmasına hem de dolap olarak kullanılmaya
yarayan bir kısım bulunmaktadır. Piyadeler bir, iki, üç ve nadiren de olsa dört
çifte kürekli olabilmekteydiler. Kürekler hiçbir zaman boyanmamakta, yuvarlak
ve düz olmaktadır. Ancak elle tutulan yerden ucuna kadar eşit kalınlıkta
değildir. Kürek palaları yassı olup gittikçe artan bir genişlikle balık
kuyruğuna benzer bir şekil alarak son bulmaktadır. Kürekler ağaç çivilere geçen
yağlı meşin sırımlara takılı olarak işler, bu ağaç çiviler sürtünmeyi mümkün
olduğunca azaltmak için en sert şimşir ağacından yapılmıştır ve ancak parmak
kalınlığındadır. Kürekçiler koyun postu üzerine otururlar, umumi kayıklarda
çoğunda yolcuların rahat etmesi için at kılı bir minder veya küçük bir halı
parçası da bulundurulmaktadır. Bu kayıklarda daima bir testi su da
bulunmaktadır. Kayıklar sahildeki halkalara deri bir gaytanla bağlanmakta ve bu
gaytan korumak amacı ile daima yağlanmaktadır. Bu kayıklara XVIII. Asır
sonlarında yelken takılmaktaydı, ancak yelken kayığın devrilmesini
kolaylaştırdığı için yelken takılması yasaklanmıştı. 1910 tarihinde çıkarılan
bir nizamnamede kayıkçıların halen yelken kullanmakta ısrar ettikleri
görülmektedir. Piyadelerin bazıları safra kullanmakta ve bu iş için büyük bir
mermer parçası bulundurmakta, içindekilerin tedbirsizce yer değiştirmesiyle
bile devrilebilen bu ince ve zarif kayık böylece emniyete alınmaktaydı.
Her kürek vuruşunda geri çekilip neredeyse yatay konuma gelen
kürekçiler, bu ağır sapları çapraz olarak birleştirip on iki karıştan fazla
yukarı kaldırırlar. Bu da yine sağdaki alta gelecek biçimde çaprazlamasına
kürek çekmeyi gerektirir. Dolayısı ile taşıtın dengede kalması isteniyorsa,
içinde oturanlar ağırlıklarını biraz sola vermelidirler.
* XIX. Yüzyılda İstanbul’da bulunan Amerikan elçisi Cox anılarında “
Yolcular kayıkta yere serilmiş bir Türk halısı ya da kırmızı bir minder üzerine
otururlar. Kayıklar uzun ve dardır, yolcuların her hareketinden etkilenir.
Sinirli kişiler bunlara hiç binmemeli. Fakat Türk kadınının, yaratılışına uyan
ihtiyatlı bir yürüyüşü ve oturduğu yerden hiç kımıldamayan bir hali vardır.
Bu hafif kayıklar, çoğunlukla insana bir cisim değil, bir hayal hissi verir,
kenarına örtülmüş olan ve hemen suya dökülecekmiş gibi duran sırma saçaklı al
çuha Boğazın zengin ve çeşitli renkleriyle ışıldar, kayık bu örtüsü ile ve
kendisine yakışan onurlu duruşuyla, azamet veren yolcuları ile görkemli bir
manzara gösterir.
* Yabancı seyyah ve gezginlerin diliyle Boğaziçi’nin vazgeçilmezlerinden olan
Piyade kayığı, birer su perisi, suların başına taç ettiği birer nazlı efsane
olarak nitelenmektedir. Piyadeler, ağır başlı, vakarlı, incelmiş bir
medeniyetin elinden çıkmış bu rüya ve hülya beşikleri, sanki insan hünerinin
değil de, Boğaziçi sularına Allah’ın bir lütfü idi. İki ve en fazla altı
kürekli olan piyadeler, ince ve hafif olmalarından dolayı Boğaziçi’nde
güzelliklerini, cazibelerini duyura, duyura fevkalade bir hızla su üzerinde
kayar giderdi. Boğaziçi’nde doğmuş bir mahlûk, bu suların içende baş çıkarmış
bir deniz peri gibi, köyleri ve kıyıları birbirine bağlayan bu tekneciklerin, arka
taraflarıyla sağ ve sol küpeştelerinden sulara sarkan sırma ve kılaptan
işlemeli kadife ve ipekten örtüler bulunurdu. Bu örtülerin rüzgârda uçmaması
için pirinçten, nikelden veya gümüşten takılmış toplar, balıklar, denize kadar
sarkarak adeta sularla cilveleşirdi.
* İngiliz Mineraloji profesörü Cambridge Piyadeleri bu hafiflikleri ile
Thames’ın teknelerinden daha hızlı ve Venedik gondollarından çok daha güzel
bulur. Üstleri açık olduğu halde bu kadar süslemeyi nasıl yaşatabildiklerine
şaşar.
Piyade ismi zikredilen
çeşitli dizeler.
*İki çifte bir piyade,
bindim kıçına,
Gittim fulya bahçesine,
güller içine
İbrahim ağa
*Ismarlayıp 3 çifte
yalandili piyade,
Mehtap idelim bu gice,
ey mah-ı felektab.
Enderunlu Vasıf
*İdip üç çifte bir nazik
piyade şimdi amade,
Hele tab’ımca zevk itdim
bu gün ben dar-ı dünyada
III. Selim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder